Hep duyarız değil mi? Sofra hazır! Ne tılsımlı bir cümle, ne hoş bir tını. Peki nasıl düzenlenir, nasıl oturulur, nasıl yemek servisi yapılır, nasıl yemek yenir hiç düşündük mü?
Pek düşünmüyoruz sanki. Hızlanan yaşam, sadece en ilkel ihtiyacımızı gidermeye yönlendiriyor bizi çoğu zaman, fakat yemek yapmak başlı başına bir sanat.
Her hareketin bir anlam ifade ettiği, ince ince işlenmiş porselenlerde yenilen yemekler elbette sadece midemizi doyurmuyor. Çatal kaşık sesleri, bardak sesleri, bir müzik gibi akıyor dinleyebilirsek ve bu yüzden en önemli günlerimizi yemekle taçlandırıyoruz farkında olmadan.
Sofra hazırlamaksa bir kültür, yüzyılların emek dolu birikimi… Pek tabii bunun için kap-kacaklar, bardaklar, çatal-kaşıklar ve hatta çubuklar üretildi ve kullanıldı. Çağımıza öyle bir aktarıldı ki sanat eseri olarak sergilenir oldular.
Her ülkenin, hatta her yörenin sofra adabı ve yemek yeme alışkanlıkları ise birbirinden farklı. Örneğin İngilizlerde yemeklerin servisi, servis tepsisinden görevli yardımıyla kişilerin tabaklarına servis edilirken, Fransızlarda servis konuğun sol tarafına getirilen servis tepsisinden, servis maşası yardımıyla konuğun kendisi tarafından tabağa alınır.
Amerika’da ise servis tabak ile garson tarafından misafirin solundan yapılır. Dünyada en çok tercih edilen servis şekli ise hızlı ve pratik olması nedeniyle tabi ki Amerikan servisi…
Osmanlıda ise yemekler yer sofrasına hazırlanıp, ayrı tabaklarda değil ortaya konulan büyük tabaklardan tüketilirdi. Türk sofra adabı ve görgü kuralları üzerinde hem batı ülkelerinin hem de Devlet-i Aliye’nin etkileri görülür.
Sofra hazırlama biçimleri günümüzde daha homojen olarak hemen her yerde aynı şekilde yapılıyor. Çatal-kaşıklar kullanım amacına göre dıştan içe doğru yer alıyor. Bardaklar; su, meşrubat ve nevi unsurlar olarak ayrılıyor.
Bense her evin kendi ruhu olduğunu ve o ruhta bir sofra düzeni olduğunu düşünüyorum. Şimdi sizinle ruhunu yemeklerden alan altı kişilik bir sofra kuralım mı?
Yuvarlak masamın üzerine haki yeşil keten bir masa örtüsü seriyorum ve konsoldan, sade ekru renkli yuvarlak hatlı, kenarları oymalı desensiz yemek takımımı çıkarıyorum ki bakır servislerimden rol çalmasın. Çatal kaşık olarak da sapları oymalı gümüş renkli takımı tercih ediyorum. Bardaklarım ise masa örtüsü ile aynı yeşil rengin açık tonlarında kristal. Kullanım sırasına göre tabakları iç içe yerleştirip sandalyelerin hemen önüne konumlandırıyorum. Hemen ilerisine iki boy kristal bardakları ve kadehleri yerleştiriyorum. Çatal kaşıklar ise sağ elle yeme alışkanlığımdan ötürü tabakların sağında, bıçaklar solunda yer alıyor. Masa örtüsü ile aynı renkli, işlemeli peçetelerim ise zarif birer halka ile çorba kâselerinin üzerinde kullanılmayı bekliyor. Masanın tam ortasında ise gümüş büyük bir vazoda bahçeden topladığım leylaklar kokularıyla cezbediyor.
İç pilavı gümüş renkli bakır oval bir kaba koyuyor masanın ortasına alıyorum. Soğan çorbası ise yemek takımının zarif çorba kaplarında masadaki yerlerini alıyor. Patlıcan salatasız olmaz tabi ki. Onlar da iki ayrı küçük bakır kapta tadılmayı bekliyorlar. Ahşap ayaklı ekmek standına ev yapımı ekmekleri kesip yerleştiriyorum, üzerine kurumamaları için işlemeli peçetemden örtüyorum. Bir gün önce, reyhanlarla yaptığım, gündüzün yaz sıcağını lıkır lıkır akşam serinliğine dönüştüren şerbetimi buz dolabından çıkararak, kristal yeşil sürahi içinde masamın makul bir kenarına koyuyorum. Sonra Humus da güzel olmaz mı? Küçük iki kapta onlar da masaya dağılıyor. Gelelim ana yemeğe; Patates püreli köfteyi kenarlarına biraz dere otu serperek genişçe bir bakır kaba alıyorum. Tercih edenler için bu yemeğin yanına köpüklü ayran da iyi gider. Ev yoğurdundan yaptığım hafif ekşi ayranları mini bakır taslarla servislerin hemen yanına yerleştiriyorum, içinde mini bakır kepçeler ile…
Evet soframız hazır, “Yemeğe geçelim mi?”
Aydınlatmalardan bahsedeceğim bir sonraki yazımda görüşmek üzere, sevgiler!
Geleceğe Not
Her hafta yeni bölümlerle yayın yapan podcast kanalı.
Yazı Arşivi