Hepimiz hayatımız boyunca kendimize hedefler koyar, hayaller kurarız. Okulu yüksek dereceyle bitirmek, iyi bir iş(?) bulmak, geniş ferah manzaralı bir evde oturmak gibi. Peki bunlar gerçekleşmediğinde bizdeki etkisi ne oluyor? Mutsuzluk, imrenme, kıskanma gibi duygular mı yoksa olana şükretme hali mi?
Elbette hayatın belli bir döneminde zorluk çekmeyen, bedel ödemeyenler hayatının geri kalanında bedeller ödüyor. Bu durum azınlık bir grup için böyle olmasa da çoğumuz için böyle. Bu ödenen bedeller niye? Hedeflediğimiz üniversiteyi kazanmak için günün büyük bir bölümünü ders çalışarak geçiririz. Ardından üniversite eğitiminin yanında kurslarla, stajlarla rakiplerimizin bir adım önüne geçmeye çalışırız. İş hayatı başladığında kariyer basamaklarında yükselmek için daha fazla donanıma sahip olma refleksiyle bu koşuşturma hali devam eder. Hele ki işini pekte sevmeyenler için bu durum çileli, uzun bir sürece dönüşebilir.
Hayatını idame ettirmek için çalışan çoğunluk grup içinde olanlar, sözde hayat kalitesini artırmak için daha fazla çalışıp birçok feragatta bulunur. Veya enerjilerini, sağlıklarını, zamanlarını ihtiyaçları olmayan birçok şeyle takas ederler. Bu insanların ihtiyaç olarak gördükleri arttıkça, bitmek bilmeyen karanlık bir tünele girerler ve bunun adı yaşamak derler.
Özellikle genç kuşakta zengin olma, köşeyi dönme isteği var. Zengin olmak zenginlere neye mal oluyor haberleri var mı? Birçok üst düzey yönetici veya iş adamından duymuşsunuzdur. ‘Çocuklarım bu yaşa nasıl geldiler şahit olamadım, sevdiklerimin birçok önemli anına katılamadım.’ gibi söylemlerini. Hepinizin kulağına çalınmıştır ‘balıkçı ve iş adamı’ hikayesi. Antik çağdaki düşünürler bir insanın zenginliğinin hiçbir eksiği bulunmadığını hissetmesine bağlı olduğunu söylemişlerdir. Gerçekten eksikliğini doğru saptadığımız konularda mı çaba harcıyoruz?
Sahip olduğumuz sağlığa, sevdiklerimizin yanında olmasına, yediğimiz içtiklerimizin ne olduğuna değil onların lezzetine varabilme hissine şükredip arzularımızı dizginleyebilir miyiz? Çabalamalarımız sonucu olmayanlara değil, elimizdeki olanlara kanaat edebilir miyiz? Kanaatkar olmayı bir kabulleniş olarak görenler olabilir ama “kanaatkar olmak koyvermenin reddi, kapılıp gitme korkusuyla aşırılıktan kaçınmaktır.” der Frédéric Gros.
Geleceğe Not
Her hafta yeni bölümlerle yayın yapan podcast kanalı.
Yazı Arşivi