İnsan bazen bir insan yüzünden tüm insanlığa fena halde küser. Normalde öyle olmadığı halde herkese surat asar, güler yüz göstermez. Öyle ki bir süre sonra kişi içinde bulunduğu ruh halinden sıkılır. Bir seferinde bir arkadaşım, yanıma gelmişti. Belli ki içinde bulunduğum durum onu da etkilemişti. Bana söylediği sözler hala aklımda. Şöyle demişti; ‘’Senin canını sıkan bir şey mi yaptık? Yaptıysak söyle de bilelim, özür dileyelim. Ama yapmadıysak böyle surat asma…’’ ben şaşkın vaziyette sorunun onlarla alakası olmadığını söyleyip aslında özümde huysuz olduğumu söyleyip kem küm ederken. O beni sustururcasına kaşlarını çattı bakışlarını bana dikti ve konuşmasına devam etti. ‘’Madem yüzü asık birisiydin, ilk tanıştığımızdan bu yana da öyle olsaydın. Seni öyle tanısaydık. Önce kendini sevdiriyorsun, güler yüz gösteriyorsun sonra da huysuzluk edip bizlerden böyle uzak duruyorsun. Bu yaptığına haksızlık derler.’’ Bu tokat gibi sözler ise beni kendime getirmişti.
Arkadaşımın bu kadar gerçekçi şekilde suçumu yüzüme vuracağını hiç tahmin edemezdim. O haklıydı ben böyle birisi değildim. Birisinin yaptığı yanlış yüzünden ne kendime ne de başkasına haksızlık edemezdim. Olması gereken bu değildi. Aynı gün içinde geçmişi geçmişte bırakmaya çalışarak huysuzluktan vazgeçtim, yeniden arkadaşlarımın arasına karıştım.
Şimdi aradan birkaç yıl geçti. Yine kimi insanlar eskisi gibi canımı yakıyor. Hatta bazen eskisinden de fazla içim acıyor ama kimseye küsmüyorum, en kolayı kendime küsmek olsa bile bunu yapmıyorum. Fakat bu tam olarak olgunlaştığım anlamına da gelmiyor. Beni kıranlara ‘’eyvallah’’ diyorum kendi kendime. Sanki ruhumda bir ‘’kırılmış gönül parçaları odasını’’ var da, kırıldıktan sonra atsan atılmaz satsan satılmaz eşyalar misali tüm kullanılmaz duygu parçalarını orada biriktiriyor, orada saklıyorum. Bununla birlikte kırık parçalarımın benimle olan akıbeti, benim akıbetim ne olacak bilmiyorum. Gün gelir de tüm hasarlı anılarım taşarlar da ruh dünyamı karmakarışık hale mi getirirler yoksa tek tek çıkarıp onları onarmaya, kendime daha da yaklaştırmaya mı çalışırım bilemiyorum. Belki bu beden evinden darı bekaya göçene dek üst üste yığılmaya devam ederler. İnsan bir meçhul ne de olsa.
Benim gibi herkesin kendine ait bir ‘’odası’’ var sanırım. Bazen misafirliğe gittiğimde uzaktan yakından tanık oluyorum. Ev sahipleri her köşesini kendi döşediği evini konuklarına tanıtıyor. Misafir odası, banyo, mutfak hatta mahremiyet taşıyan yatak odası bile herkese tanıtılıyor. Ruh dünyası da bunun gibi. Yavaş yavaş gelişen arkadaşlık ilişkilerinde ruh hanemizin odaları birer birer tanıtılıyor zaman içinde. Fakat çok az kişi ‘’kırılmış gönül parçaları odası’’nı görebiliyor. Ya da hiç kimse bu odanın içindekilerden haberdar olmuyor. Bütünün o kısmı saklanır misafirlerden veya konuklar bile bile ev sahibinin yanı başında görmezden gelirler o kapıyı. Kimi kırıkları onarmaya yardım etmenin sorumluluğundan kaçar, kimi de kırıklara dokunmaya kıyamaz daha da incitmekten korkar. Kimsenin olmadığı vakitler ortalıktan el ayak çekildiğinde kapının eşiğinde yalnızlığımızla baş başayken açıveririz kapıyı. Kimimizde döşemeye çarpan pıtır pıtır gözyaşları, bazılarımız da çoktan kabullenmiştir olanları, eşlik eder onların anılarına şarkılar…
Geleceğe Not
Her hafta yeni bölümlerle yayın yapan podcast kanalı.
Yazı Arşivi