Caddelere çıkar kaldırımları hızlı adımlarla aşardın. Gözüne hüzün takılırdı çoğu zaman. Boğazın düğümlenirdi durduk yere, ağlamamak için tırnaklarını bastırırdın avucuna. Kimseler görmesin isterdin seni ağlıyorken, bilinmeyen bir yerde, durup dururken. Bir anda tanıdık yerler ve tanıdık insanlar bile yabancı gelirdi sana. Yaşadığın şehir, evinin sokağı ve en yakın arkadaşların. Gözyaşlarının mabedi yalnızlıktı sanki. Riya sayardın herkesin ortasında gözyaşlarının tek bir damlasını. Alnını sonsuzluğa dayayan bir adamla bir tutardın bu konuda kendini. Herkesle oturup ağlayabilirdin belki ama geceleri sıcacık yatağından kalkıp ebediyete açan ruhun mahremiyetini taşırdı çoğu zaman hüzün damlacıkların. Ve yavaşça yüreğindeki aşkla büyüyünce hüznün; acılarınla, incindiğin anılarınla daha güçlü oldun hayatta. Aşkın sırrı, yüreğin kanasa da kıymet bilen olmaktı aslında.
Yıllarca uzak durdun insanlardan. Belki aynı masanın etrafında oturur, konuşurdun onlarla ama aklın başka yerdeydi, yüreğin bambaşka yerde. Zorbalık gelirdi hoyrat seslerin kulağına çalınması. Kelimeler acı verirdi, kalbini kanatırdı, sanki ruhunda bir zar yırtılırdı. Tabiat ahenk içinde varlığını sürdürürken ve her perdesine ayrı hayranlık duyarak temaşa edebiliyorken bu kusursuz sanat eserini. Bir türlü anlam veremedin toprağa kan düşmesine, mensubu olduğun ırkın, kendi kardeşlerinin kanıyla ellerini kana bulamasına.
Bir zaman idraki zor, zaman mekân ötesi bir anı solukladın. Ancak acıya duçar olmuş yüreklerde neşv-ü nema bulurdu bu his. Karanlık bir zindanda “siyah tenli olmak” suçundan kırbaçlanan, cellâdın her darbesinde daha da kızıla boyanan bir masumun acısına ortak oldu ruhun. Yahut Endülüs’te bir Yahudi olmanın suç olduğu zamanlardan İsrailoğullarının çığlıklarını duydun. Zaman ve mekân ayırt etmeksizin hissedebildiğin bu acılar, rüzgârın ruhunu aynı esintiye katmasındandı.
Her kelamda bir darbe daha indi sanki sana da. Bu zamanın arlanmaz işkencesi olan gürültü sebep oldu buna. Yüz hatların gerginleşti, suskunlaştın, çağlar ötesinden gelen bu esinti zamanı yok sayarak gelip sıyırdı tenini, bir parça da olsa insanlığın acılarına ortak etti seni. Fakat özgürleştiğini hissettin. Hikmet tecelli olur, acıya münhasır her bir kalpte.”Bu kâinatta acılar o kadar güçlüdür ki ancak zaman acılara direnebilir. Acılar zamanla yıpranmaz sadece bıraktığın yerde kök salar.”Acılarınla barıştın. O yüzden kalabalığın ortasında tebessüm ederek o şarkıya eşlik ettin.
”Acı çekmek özgürlükse, özgürüz ikimiz de…”
Kelimeler sana sesleniyordu sanki. Sen ve ben özgürüz, sevmenin bedelini acı çekerek ödedik. Artık hürüz.
Irmakların denizlere ve okyanuslara kavuşması gibi, her bir yürekteki sızı da sonsuza akar. Saf ve deruni bir umman oluşmuştur. Dilinden anlamayan için bu deryanın sessizliği ürkütücüdür. Belki de çıldırtıcılığı sakinliğindedir. Ne de olsa gürültü onun muhalefet eşidir.
Bu hayatta yara aldın sen de herkes gibi, incindin ta derinlerden. Ağlattı bazen sancıların seni, dayanılmaz oldu. Gece olunca dakikalar eriyip gitmedi. Çünkü bir mum gibi erimeye duran, sessizce yanan, yandıkça acıyan oldun. Bir şamdandaki yanan mum gibiydin. Yanarken ağlar ya o da. Gözyaşları akar damlaya damlaya dibinde birikir. Sonunda fitili mumun gözyaşları bitirir. Onun gibi acıların da sana kaldı, üstü kapandı ve kabuk bağladı. Kendini bitirdin ve yenilendin. İncinmekten değil de incitmekten korkar oldun. Sevmekten, sevdiğini söylemekten korkmadın. Karşılık beklemek senin için felaketin habercisi oldu. Aşk için yaratılmıştı madem kâinat, aşkla yaşanmalıydı. Bunu öğrendin.
Geleceğe Not
Her hafta yeni bölümlerle yayın yapan podcast kanalı.
Yazı Arşivi