İnsanın bitki yetiştiriciliğinin yerleşik hayata geçtiği neolitik devir ile başladığını düşünürsek bin yıllara yayılmış bir botanikten bahsedebiliriz aslında. Tabi önceleri ihtiyaca binaen, hatta daha doğru bir tabirle insanın en temel gerekliliği olan yeme içgüdüsünün bir sonucu olarak bulundu. İlk önce tahıllar üretildi, sonra yenilebilen sebzeler keşfedildi. Coğrafi özelliklerin de etkisiyle bin bir çeşit bitki üretilip, ticaret yollarıyla taşınıp, evrensel bitki DNA’larına ulaşıldı. Öyle ki bu bitkiler sadece gıda olarak değil ilaç endüstrisinde ve hatta süsleme sanatlarında yer edindiler. Gerek kokuları gerek duruşlarıyla her biri kendince bir şeyler anlattı belki ve bu yüzden her çiçeğe bir anlam yüklendi. Mesela kırmızı gül seni seviyorumdur, mor lavanta gücü resmetti, lale tasavvufta Allah’ın birliğini sembolize etti…
İnsan için bu kadar önemli olan canlılar elbette insana yakın olmalıydı. Başka başka ihtiyaçlara sahiptiler oysa. Bazıları sıcağı, bazıları nemi, bazıları güneşi, bazıları gölgeyi severdi… Bu yüzden kategorize edilip yerleşmeye başladılar yaşam alanlarına. Salon bitkileri, mutfak bitkileri, balkon bitkileri, yatak odası bitkileri ve hatta banyo bitkileri diye adlandırıldılar. Buna istinaden çeşitli şekillerde üretimler sağlanıp harikulade görüntüler elde edildi. Hava bitkileri (tillandsialar), su bitkileri, akvaryum bitkileri ise bunların daha ileri versiyonları. Türkiye’nin iklimi göz önüne alındığında hemen her türlü bitki yetiştiriciliği biraz titizlikle muhteşem sonuçlara ulaştı. Mesela anavatanı Afrika olan ficus lyrata yani keman yapraklı kauçuk salonlarda boy vermeye başladı. Son yıllarda popülerliğini arttıran Güney Amerika bitkisi monstera yani deve tabanı, Doğu Asyalı alocasia yani fil kulağı global dünyanın bir getirisi olarak bizimle yaşamaya başladılar.
Bir bitki aşığı olarak evimde yaklaşık kırk çeşit bitki büyütüyor, çoğaltıyorum ve onlardan öyle bir enerji alıyorum ki belki siz de benim aldığım hissi tatmak istersiniz? Ne dersiniz bir kaç örnek verelim mi? Banyolara, güneş elzem olmayan nem seven bambu, eğrelti otu, çin herdemyeşili yerleştirilebilir. Bazı bitkilerse havayı temizleyerek solunuma destek olur. Bunlar areka, benjamin, aloe vera… Demek oluyor ki yatak odalarında yer alabilirler. Salonlar içinse yüzlerce çeşitten bahsedilebilir fakat ben en sevdiklerimden söz etmek istiyorum. Delikli yapraklarıyla en alt yaprağına güneş ışığı ulaşmasını isteyen yardımsever devetabanı, geceleri yapraklarını yukarı kaldıran dua çiçeği, yıllarca yaşamak isteyen bodur ağaç bonsailer, irili ufaklı yüzlerce yaprağıyla benjamin. Bir de yemek buharıyla nemlenen ve pothos sarmaşığına ev sahibi olabilecek mutfaklar var tabi. Balkonlarsa yörenin iklimine göre hemen her bitki için yeterli yaşam alanına sahip. Örnekler çoğaltılabilir ve her evin bir bitki potansiyeli var. Ufak birkaç araştırma ve bazen deneyip yanılmalarla öğrenmek mümkün. Yaşanmışlığı, oturaklılığı ve bağlılığı arttıran, yuva kelimesinin içini dolduran bitkilerin evlerimizdeki yerinden bahsetmeye çalıştım.
Halı seçimi ve halıların süregelen tarihinden söz edeceğim bir sonraki yazımda görüşmek üzere sevgiler…
Geleceğe Not
Her hafta yeni bölümlerle yayın yapan podcast kanalı.
Yazı Arşivi