Hani olur ya bazen kaçmak isteriz olduğumuz yerden, bunun sebebi bazen varoluşsal sancılar olur bazen yaşamak arzusu, çoğu zaman da iş stresi. Bazense minik bir mola sadece…
Bir yer belki de bir ruh ararız farkında olmadan. Aslında yeterli bir sebebimiz de vardır, açızdır mesela. Restoran veya kafe arayışına gireriz hızlıca. Girer bakarız tarayıcıdan ve genellikle yorumlarda ilk sıradaki yerlere göz atarız. Bazen menüsü dikkatimizi çeker, bazen de sadece gidilecek mekanın tasarımından gelen iç huzuru yakalamak isteriz. O hafif şekerli ılık hissi tatmak…
Ve herkeste oluyor mu bilmiyorum fakat sevdiğim yerlere defalarca gitmek bazen yeni yerler keşfetme zevkinden alıkoysa da alıştığım ruha dokunmak istiyorum nedense. Peki neden bunları kendi evlerimiz için planlamıyoruz? Neden içinde huzur duyulan, ilham alınan bir yer olamasın? Neden her gün yaşadığımız yer olmasına rağmen heyecan duymayalım?
Bir Çin lokantasında yediğimiz Çin usulü bir çorbayı kendi mutfağımızda denemeyelim? Hatta belki aynı sofra düzeniyle neden sunmayalım? Belki seyahat ederiz o sırada Şangay da bir çin lokantasına…
Biraz daha abartıyor ve hatta eşyaların bizim irademizle minik birer ruha büründüğünü düşünüyorum. Gezerken alınan ufak bir tablonun bile bir anısı sinerken duvarlara, edinilen her şey birer ruhani birikim aslında ve en güzel birikim bence deneyim.
Mobilyacıda iken sıradan olan bir masa, üzerinde dost ile yenilen bir yemek sonrası şahane görünmüyor mu? Ya da bir koltuk takımı, bir sessiz sinema oyunu sonrası kişilik kazanmıyor mu sizce de? Veya tartışılan toplumsal bir konu sonrası içilen kahvelerin fincanlarındaki hatıra tortusu size de dinginlik vermiyor mu? Yıllar, yollar içeriyor kimi zaman. Kimi zamansa yerleşmek kök salmak hatta anda kalmak. Bu hislerin içimdeki rayihası ile oluşan tasarım ve sofra fikirlerim ile görüşmek üzere. Sevgiler…
Geleceğe Not
Her hafta yeni bölümlerle yayın yapan podcast kanalı.
Yazı Arşivi